Meryem Onat'ın Kaleminden
Bir Masal ve Bir Hikaye
PELİN’İN ŞANSI
Bir
kız varmış. Bu kızın adı Pelin'miş. Pelin on bir yaşındaymış. Altıncı sınıfa
gidiyormuş. Pelin çok çalışkan bir kızmış. Dersleri hepsi çok iyiymiş. Ailesi
ile birlikte İstanbul’da yaşarmış.
Okul
bitmiş. Tatil olmuş. Pelin’in karnesi çok iyiymiş. Babası Pelin’e hediye olarak
onları pikniğe götürmüş. Piknikte çok eğlenmişler. Pelin kardeşi Selin ile ip
atlayıp top oynamış. Yemekler yenip oyunlar oynanmış. Pelin kozalak toplamayı
çok severmiş. Pikniklerde en sevdiği şey kozalak toplamakmış. Hatta odasında 3
kutu dolusu kozalağı varmış.
Pelin
kozalak toplamaya başlamış. Ailesinden habersiz şekilde uzaklaşmış. Bir, iki,
üç, dört kozalak derken kaybolduğunu fark etmiş. Arkasına bakınca ailesini
görememiş. Hava kararmış.
Ailesi,
Pelin arkalarında sanarak gitmişler. Pelin her yeri aramış. Ama kimse yokmuş. Pelin
çok korkmuş. Hem de çok. Ağlamaya başlamış. Sonra birden bir ses duymuş:
-
Hey! Sen neden ağlıyorsun?
Bu
ses pamuk kadar yumuşak, kar kadar beyaz bir tavşandan geliyormuş. Bu tavşan
tüm tavşanların kraliçesi Pamuk’muş. Pamuk’u tüm tavşanlar çok severmiş ve ona
saygı gösterirmiş. Tabii ki Pamuk da onları severmiş. Pelin, Pamuk'a cevap
vermiş:
-
Kayboldum. Ailem ortalarda yok. Ama sen konuşabiliyorsun. Bu nasıl olur? Daha
önce hiç konuşan bir tavşan görmemiştim.
-
Göremezsin tabii, çünkü ben onlara insanlarla konuşmalarını yasakladım. Ve sen
kimsin diye sorarsan, ben tavşanların kraliçesi Pamuk’um. Biz tavşanlar
insanlarla konuşmayız. Sadece iyi insan olduğunu anladığımız insanlarla
konuşuruz. Sen iyi birine benziyorsun. Aileni kaybetmene üzüldüm. İstersen
ailen bulunana kadar burada kalabilirsin.
-
Ama ben çok büyüğüm. Sizin yuvanızı oluşturan deliğe ben sığamam ki. Keşke
kalabilseydim. Şey ben bir şey söyleyeceğim. Ben sana Pamuk mu diyeyim? Yoksa
kraliçe mi diyeyim?
-
Bekle, ben sana küçültme iksirini getireyim. Sen bana Pamuk diyebilirsin. Ama
bir isteğim olacak. Ailen seni bulduğunda tavşanların konuştuğunu onlara
söyleme. Tavşanların konuştuğu aramızda sır olsun. Ara sıra seni ziyarete
gelirim. Tamam mı? Sormayı unuttum. Senin adın ne?
-
Tamam Pamuk’çuğum. Seni bekliyorum. Benim adım Pelin. Tanıştığımıza memnun
oldum.
Pamuk,
delikten aşağı atlamış. Tam iki dakika sonra, elinde Pelin’in en sevdiği renk
ile yani mavi renk bir iksir ile geri dönmüş.
-
Al Pelin, bunu iç, hemen küçülürsün.
Pelin
iksiri içmiş, tadı elmaya benziyormuş. İksirden bir yudum alınca tavşanların
boyutuna dönmüş.
-
Teşekkür ederim Pamuk. Bir şey soracaktım. Ben senle birlikte gelirsem bana
kızarlar mı?
-
Merak etme, kızmazlar. Benim getirdiğim kişilerin iyi olduğunu bilirler. Ve
rica ederim. Hadi atla. Korkma, sana bir şey olmaz. Aramızda kalsın. Aşağıda zıpzıp
var. Siz partilerde pasta yiyip dans edersiniz ya, biz de havuç yiyip zıpzıpta
zıplarız. Sen geldiğin için parti yapacağız. Üç dediğimde atlıyoruz. Bir, iki,
üç. Haydi atla.
Ve
atlamışlar. Pelin biraz zıplamış. Ondan sonra Pamuk’un odasına gitmişler. Çok
güzelmiş. Odada iki televizyon varmış. Biri kamerayı, öbürü de dizileri
gösteriyormuş. Beyaz ve siyahmış. Bir bilgisayarı varmış. Bir de uzun bir
koltuk ile, Pamuk’un elbiselerini koyduğu dolabı ve üç yatak varmış.
-
Neden odanda 3 yatak var. Odan çok güzelmiş Pamuk. Çok beğendim.
-
Yatakların biri benim, diğeri senin ve üçüncüsü de zıplamak için. Hadi
uyuyalım. Çok uykum var. Yarın parti için dinç olmalıyız. İyi geceler
Pelin.
Pelin
uyandığında odada kimse yokmuş. Pamuk, Pelin’in yatağının yanına bir not
bırakmış. Notta aynen şöyle yazıyormuş:
"Pelin,
ben şimdi parti için hazırlık yapıyorum. Sen televizyon izle. Ama beyaz olanı
izle. Siyah olan kamerayı gösteriyor. Umarım çikolatalı pasta seviyorsundur.
Birazdan gelirim."
Pelin
biraz televizyon izlemiş. Tam sıkılmaya başlamış ki Pamuk gelmiş.
-
Sonunda gelebildin. Sıkıntıdan patladım. Bundan sonra beni de uyandır olur mu?
-
Ama Pelin o kadar tatlı uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım. Parti hazırlıkları
bitti. Akşam parti var. Sana göre kıyafetler hazırladım. Onları giyebilirsin.
Bunu herkese söylemem ama sana söyleyeceğim. Seni çok seviyorum.
-
Teşekkür ederim. Ben de seni çok seviyorum. Ve güzel bir elbise görürsem giyebilirim.
Kurt gibi acıktım. Yiyecek fazladan havuç var mı?
-
Evet var, fakat sana vermem.
-
Aaaa, ama neden?
-
Çünkü insanlar için hazırladığımız kahvaltılıklar var.
-
İyi o zaman, hadi yemek yiyelim.
-
Kusura bakma, sana burayı gezdirmeyi unuttum.
-
Önce kahvaltı yapalım, sonra gezeriz.
-
Tamam olur.
Böylece
Pelin ilk defa anne ve babası olmadan kahvaltı yapmıştı. Bu biraz zor bir duyguydu.
Anne ve babası Pelin’i çok merak etmişlerdi. Ama Pelin emin ellerdeydi. Pamuk
Pelin’e annesizliği ve babasızlığı hissettirmemeye çalışıyordu.
Böylece
dört beş saat geçmişti. Partinin başlamasına sadece yarım saat kalmıştı. Pamuk,
kendisi için pembe uzun bir elbise, Pelin için ise uzun mor bir elbise tercih
etmişti. İkisi de çok güzel olmuştu.
Ve
parti başladı. Pelin pastasını, tavşanlar da havuçlarını yediler. Tavşanların
bir kuralı vardı. Bu kural ise, saat on iki, yani gece yarısı olunca herkes
yatardı. Ve saat gece yarısı olmak üzereydi. Ve herkesin çok uykusu vardı. Ve
nihayet müzik sustu ve parti bitti.
Tüm tavşanlar gitmişti. Sadece
Pelin ve Pamuk kalmıştı.
Pamuk
etrafı düzenlemeye başladı. Neyse ki tavşanlar hiç dağınık değildi. O sırada
Pelin yatakta zıplıyordu. Ortalığı toplama işlemi bitmişti.
Pelin
ve Pamuk uyumaya gitmişler ve uyumuşlar. Pelin, sabah uyandığında karşısında
Pamuk’u görmüş. Pamuk çok mutluymuş. Çünkü Pelin’in ailesi dışarıda Pelin’i
arıyormuş.
Pelin
herkesle vedalaşmış. Mavi iksiri içmiş. Ailesinin yanına gitmiş. Ailesi çok
mutlu olmuş. Pelin'in neden bu kadar sağlıklı ve dayanıklı olduğunu kimse
bilememiş. Pamuk da bazen Pelin’i ziyarete geliyormuş. EVET
SEVGİLİ ARKADAŞLAR!
SAKIN
PİKNİKTE AİLENİZİN YANINDAN AYRILMAYIN. PELİN GİBİ ŞANSLI OLMAYABİLİRSİNİZ.
AKSİ TAKTİRDE SİZİ PAMUK BİLE KURTARAMAZ.
VE
SON
MERYEM
ONAT
ESRA'NIN YAŞADIKLARI
Bir
kız varmış. Bu kızın adı Esra imiş. Esra çok güzel ve çok tatlıymış. Okulunda
müdürden tut, öğretmene kadar, herkes Esra’yı çok severmiş. Ne olduysa o gün
olmuş. Babası Esra’ya demiş ki:
-
Esra, kızım hadi git ve bavulunu hazırla.
-
İyi ama neden baba? Tatilde değiliz ki.
-
Cumartesi günü taşınıyoruz kızım.
-
Ama baba şimdi taşınamayız. Ben arkadaşlarımdan ayrılamam.
Bunları
söyleyen Esra, odasına gidip ağlamaya başlamış. Çok ağlamış. Sonra istemeye
istemeye bavulunu hazırlamaya başlamış. En sevdiği elbiseleri koymuş. Kırmızı
benekli elbisesi, mavi olan pembe çiçekli elbisesi, beyaz olan pembe kalpli elbisesi,
düz siyah olan bir elbisesi, üç kot pantolonu, iki eteği, dört tişörtü,
takıları, birlikte yattığı ayıcığı, barbi bebeklerini koymuş pembe bavuluna.
Sonra üzgün bir şekilde babasının yanına gitmiş. Ağlamaklı bir sesle babasına
demiş ki:
-
Babacığım, bavulumu hazırladım.
-
Aferin kızım.
Derken
beklenen gün gelmiş. Esra, arabaya tam binecekken, kendisine seslenildiğini duymuş.
Bu ses, sınıftaki kız arkadaşlarından geliyormuş. Hepsinin elinde birer tane
hediye varmış. Esra hediyeleri toplamış, arkadaşlarıyla vedalaşmış. Ve yola
çıkmışlar.
Esra
yolda hediyeleri açmış. Hediyelerin hepsi çok güzelmiş. Bu hediyeler aynen
şöyleymiş. Kırmızı ve kalpli bir taç, kalın ve eğlenceli bir kitap, üç tane
silgi, iki uçlu kalem. Sonunda
taşındıkları eve gelmişler. Eskiden evleri küçük olduğu için, Esra ve iki
kardeşi aynı odada kalıyorken, şimdi kendine ait bir odası varmış. Odasına
gitmiş yatağına uzanmış. Arkadaşının aldığı kitabı okumaya başlamış. Ama
okuduğundan hiç bir şey anlayamamış. Çünkü aklı hep arkadaşlarındaymış.
Arkadaşlarını düşüne düşüne uyuyakalmış.
Uyanır
uyanmaz annesinin sesini duymuş. Annesi onları yemeğe çağırıyormuş. Herkes
sofraya oturmuş, yemeklerini yemişler. Sofrayı kaldırmışlar. Birden kapı
çalınmış. Gelen komşularıymış. Esra, komşulara hoş geldiniz dedikten sonra,
odasına gitmiş. Uyumuş.
Uyandığında
annesi kahvaltıyı hazırlamış. Esra kahvaltısını bitirmiş, tam kalkacakken
annesi Esra’ya demiş ki:
-Esra,
dolabında yeni okulunun kıyafetleri var. Onları giyin, seni yeni okuluna
götüreceğim.
-
Peki anneciğim, demiş Esra.
Yeni
kıyafetlerini giymiş. Yeni okuluna varmışlar. Güzel bir okula benziyormuş. İlk
dersleri Türkçeymiş. Türkçe öğretmeleri Deniz Hanım, onların sınıf
öğretmenleriymiş. Esra’yı ve bir kızı yan yana oturtmuş.
Eve
dönerken çok yorgunmuş Esra. Herkes onunla tanışmak istemiş ama Esra kimseyle
tanışmamış. Ve o gün derslere hiç katılmamış Esra.
Eve
girmiş. Elini yüzünü yıkayıp giyinmiş. Yemeğini yemiş ve ödevlerini yapmış.
Şehir kütüphanesinden aldığı kitabı bir gün sonra teslim etmesi gerekiyormuş.
Pazar
günü vermek isterdi ama kütüphane pazar günü kapalıydı. Kitabı açtı ama canı pek
okumak istemiyordu. Yine de kitabı okudu ve bitirdi. İlk baktığı gün çok
beğenmişti, çok istemişti o kitabı. Oysaki hiç beğenmiyordu şimdi.
Pazartesi
günü okula gitti, sırasına oturdu. Sıra arkadaşı çok iyi sevecen ve güler yüzlü
birisiydi. Adı ise Damla idi. Esra, Damla’yı sevmeye başlamıştı. Hiç tahmin
etmiyordu ama Esra tüm sınıfın hatta tüm okulun en sevilen öğrencisi oldu.
Aynı
eski okulundaki gibiydi her şey. Hatta eski okulundan daha güzeldi burası. Esra
çok mutluydu artık, hiç olmadığı kadar…
SEVGİLİ
ARKADAŞLAR! YENİ GÖRDÜĞÜNÜZ (sizin yaşınızdaki) KİŞİLERE ÖNYARGIYLA YAKLAŞMAYIN
LÜTFEN.
ÇÜNKÜ
ÖNYARGI KÖTÜDÜR. HATTA SİZ BAŞKALARINA YAKLAŞIP ARKADAŞ OLMAK İSTERSENİZ ÇOK
İYİ OLUR.
HEM
DE HEP KAZANAN SİZ OLURSUNUZ. BEN HEP BÖYLE YAPARIM ;)
MERYEM ONAT